21 Şubat 2011 Pazartesi

THE SOCIAL NETWORK

Aziz Kedi'nin Tedx'te yaptığı konuşmayı izledikten bir kaç saat sonra seyrettiğim için midir nedir, "başarı dediğimiz şey ne kadar da orospuymuş" çıkarımını yaptığım film. Sağdan soldan devamlı spoilerlarına maruz kaldığımdan, DAVID FINCHER'a rağmen, filme ilgimi kaybetmiş, uzun süre izlemeyi reddetmiştim. sonra şöyle bir meraka kapıldım: Oscar'a aday olacak kadar hikayesi neymiş bu Facebook'un arkadaş? Tamam Oscar'ın kalite standartı da tartışılır belki; ama ben Facebook'un filmi diye düşününce kafamdan ilk önce, üçüncü sınıf amerikan geyik gençlik filimleri geçirmiştim; hani ismi Hackers, Cheaters gibi bişi olup, Türkiye'deki afişinde ismi Üçkağıtçılar, Dalavereciler, Ah Bu Çocuklar, Çılgın Şeyler, Tehlikeli Dakikalar şeklinde çevrilen cinsten.

İzledikten sonra da -kendime de hayret ederek- çok beğendim ben bu filmi. Bir kere en güzel yanı akıcılığı. bugüne kadar MARK ZUCKERBERG'in gerçek yaşam öyküsü hakkında hiçbir araştırmam olmadığından, filmde anlatılan hikayenin ne kadarının değiştirildiğini, ne kadarının gerçek olduğunu bilmiyorum. ama filmin gidişatı, ekstra hiçbir ayrıntıya gidilmemesi, anlatılan hikayenin sadece Facebook'un hangi amaç ve mantıkla kurulduğunun anlatılması çerçevesinin dışına taşmaması, anlatılan konuyu bana inandırıcı kıldı.

Bununla beraber, JESSE EISENBERG'in oyunculuğunu şahsen hiç de kötü bulmadım. Gerçek hayatta Mark Zuckerberg nasıl bir adamdır, ne yer ne içer, nasıl yürür bilmem ama burada canlandırılanın tam bir geek olduğu düşünülürse Jesse Eisenberg rolünün hakkını vermiş derim. Ayağındaki tuvalet terliği tipli şeylerle karda kışta şakıdı şakıdı yürümesi, anlamsız dalıp gitmeleri, açık unuttuğu ağzı, eblek bakışları, takıntılı oluşu, insanlarla diyalog kurduğunu zannetmesi (ki hepsi bildiğin monolog), çok hızlı konuşması ve eski sevgiliyle olan durumları.. İlerleyen olaylar dahilinde oyuncunun yaptığı hiçbir mimik ve jest abartı gelmedi bana. Oyuncunun kalas olduğunu düşünmek yanlış olur çünkü aslında kalas olan Mark Zuckerberg.

Filmin kurgusuna bakarsak, burada en fazla övgüyü açılış sahnesi hakediyor. Kız arkadaşı ile arasında geçen diyaloglardan Mark hakkında filmin devamı için bize gerekecek bütün bilgiyi ediniyoruz. Anlıyoruz ki Mark zeki, ukala, hırslı, badak ve öyle ahım şahım değer yargıları olmayan bir öküz. Kızı da şöyle tanıyoruz: "Haklı". Böylece Mark'ı izleyici olarak tekrar tekrar çözmek zorunda kalmıyoruz, bu işi ilk sahnede bitirip tamamen ana malzemeye odaklanıyoruz: Facebook. Bu şekilde David Fincher belki de, esas konuyu kotaracak ek vakit kazandırmış kendine.

Filmin ilerleme hızına bu kadar çok takmış olmamın bir sebebi de, şu mercimek beynimle, kurduğum bir başka bağlantı. Mark hızlı konuşan, beyni hızlı çalışan, hızlı üreten, ürettikleri hızlı popüler olan, kısa zamanda hızla yükselip zengin olan bir adam. Kafası sürekli üretmeye programlanmış bir makine gibi. Kurnaz da aynı zamanda. Yani adamın hayatı hızlı olduğu için film bu kadar tempolu olabilir. Filmde sanki kazandığı para zerre umrunda değilmiş , o sadece başarıyı istiyormuş gibi bir şekil şemal çizilmiş diye düşünmüyorum. zira herif siteyi cebinden beş kuruş ödemeden kurup, o beş kuruşun sahibini terayağından kıl çeker gibi ekarte etmeyi bildi.

Filmi izledikte sonra adama bayılmadığım gibi, adamdan ya da Facebook'tan nefret de etmedim. Adam hırslı ve işini biliyor. Bu yüzden milyon dolarlar kazanyor diye adamı dövmeye gerek yok. Diğerleri de kürek çekeceğine artiz artizz oturup kod yazsalarmış arkadaş.

He bir de bu network alemindeki aşk acısı olayını çözemedim ben. Biri sevgilisini özler Ekşisözlük'ü kurar, biri sevgilisinden ayrılır Facebook'u kurar.. Daha nelere şahit olacağız bakalım.

Bu film çattadanak oscar alırsa, o kadar da şaşırmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder