24 Şubat 2011 Perşembe

BLACK SWAN

Bu filmle ilgili artık söylenecek söz kalmamışa benziyor. Sanal ortamın haricinde, çevremde de çok fazla yorum duyuyorum film üzerine. Bugün oturup seyrettim. Teknik zırvaların haricinde tüm yorumlara en fazla katıldığım nokta NATALIE PORTMAN'ın OSCAR'da en iyi kadın oyuncu ödülünü almasının değil alamamasının acayip olacağı. Hatta bu film sırf Natalie Portman Oscar alsın diye çevrilmiş bile olabilir. Filmdeki Nina nasıl ölümüne dans ediyorsa, Natalie de ölümüne oynamış.

Filmin yönetmeni DARREN ARANOFSKY benim için eskiden sinemanın dahi isimlerinden biriydi. Akademi tarafından da pek sevilir. Eskiden üniversite öğrencisi olmanın ön şartı olarak kabul edilen Requiem For a Dream filminin de yönetmenidir ayrıca. Bilirsiniz, bir dönem bu filmden bahsetmeyeni, bu filmi övmeyeni dövüyorlardı. Bu film hakkında yorum yaparak nice saplar sevgili yaptı. Pi filmi yüzünden kaç kişi matematiğe sardırdı. Herkes şifreci oldu çıktı. Seversiniz ya da sevmezsiniz ama bir gerçek var ki bu adam filmlerinden konuşturmayı biliyordu.

Ama daha sonra The FOUNTAIN diye bir film yaptı Aranofsky. Benim hayatımda hiçbir yere koyamadığım, hakkında kötü diyerek bile yorum yapamayacağım bir filmdi. Felsefe yaparken bokunu çıkarmak olarak tabir edilebilir film boyunca izlediklerim. O zamn şunu düşünmüştüm: Bu adamın üzerinde o kadar fazla "dahi çocuk" baskısı var ki, kendimi aşmalıyım, daha iyisini yapmalıyım derken strese girmiş olmalı. Böylece Fountain'i batırdı. Aklıma gelmişken, o filmin oyuncu seçimi de rezalettir.

Her neyse, ne diyordum, böylece ben bir sonraki film THE WRESTLER'ı izlemedim. Filmmle ilgili de olumlu tek bir şey duymadım. He ama bu arada, Requiem for a Dream fazla şiddet içerdiği için Oscar klasmanına alınmadı, The Wrestler epey bi dalda Oscar'a adaydı. Hatta Micky Rourke küllerinden doğdu. Şimdi  Aranofsky Black Swan ile tekrar arenada. Dediğim gibi Akademi bu adamı seviyor.

Gelelim Black Swan'e.. Bu filmle ilgili tamamen Yaysey'in talebi üzerine yorum yazıyorum. Yazmaya başlamadan önce şöyle bir yorumlara baktım ekşi sözlükte, ne tuhaftır ki, pek çok kişi benimle ilgili aynı durumdaymış. Herkesin filmi hazmetmesi zaman almış. Bu film bir korku değil, bana göre psikolojik gerilim de değil. Psikolojik gerilim nedir, nasıl olur diyenlere bi kaç doz Alfred Hitchcock öneririm. Filmin geren bir psikolojisi yok, ama gererek sizin psikolojinizi bozuyor. Sıkıntı duyuyorsunuz, Nina'nın nevrotik annesi sıkıyor, Nina'nın öğretmeninden ve oyunun yönetmeninden sıkılıyorsunuz, ne ayak olduğu belli olmayan diğer dansçı kızlardan sıkılıyorsunu ama Nina için üzülüyorsunuz. Bu kişilerden sizin kadar Nina'da sıkılıyor. Nina'nın sıkıntısını film boyunca paylaşabiliyorsak bu bir yönetmen başarısıdır. Sözlükte okuduğum Yorumlardan birinde, filmde kullanılan ışıklardan bahsedilmiş. Benim bilgim olmayan bir konuydu. Ama okuduklarımdan etkilendim. Şöyle demiş yazar:

"Kendine has bir ''ışığı'' olan film.
Tiyatroların ışık odalarında, par'lara ya da spotlara takılacak ''beyaz'' fon yoktur (ya da cahiliz ve görmedik) bunun yerine ışıkçılar yoğunlukla mavi fon ve normal ışık sentezini sahnede buluşturarak ''beyaz'' bir renk elde ederler. Fakat bu beyaz fon sahnede bembeyaz bir etki yaratmaktan ziyade soğuk, soluk, buz gibi bir beyaz etkisi yaratır. Yani dolaptan çıkardığınız buza bakarken gözlerinizin kamaşması ve akabinde az da olsa maviyi görür gibi olmanıza benzer bir etkidir bu. işte bu filmde de, dans provaları esnasında prova alanını aydınlatan floresan ve bu ışımanın aynada yansıymasıyla bu ''soğuk'' renk çıkmış ortaya. zaman zaman metro zaman zaman da evdeki renklerde de ve hatta temsil esnasında -ve filmin hemen başındaki siyah kuğu figürüyle- bu durumla /renkle karşılaşabiliyoruz rahatlıkla. Zaten hikaye de oldukça sert ve soğuk seyrini tamamlıyor."

Bu yorumu okudukan sonra ışığın da beni ne kadar gerdiğini farkettim. Filmde aklımda kalan bir söz, can alıcı bir sahne vs yok. Ama siyah kuğuya dönüştüğü sahne filmin en etkileyici sahnesiydi. Bunun üzerine de sağlam bir final yapıldı. Seyirci olarak bence öyle ters köşeye, sağa, sola yatmadık. Şizofreni üzerine zaten o kadar çok film çekilmiş ki, artık bu konuyla ilgili ters köşeye istesek de yatamaz olduk.

Peki sonuç ne olur? Şöyle olur: Natalie Portman en iyi kadın oyuncu oscarını alır, film de en iyi kostüm vs..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder